11 Mayıs 2009 Pazartesi

Powder Blue (2009)

Film, bir cenaze evi sahibinin, eski bir dolandırıcının, intihara meyilli bir rahibin ve bir striptizcinin Noel arifesinde kesişen hayatlarını anlatıyor. Filmin benzerlerine herhangi bir üstünlüğü olmadığını belirtmeliyim. Ama bu tarz filmlerin hayranı olmam dolayısıyla bu filmde en çok sevdiğim filmler arasında yerini aldı.

Filmin en dikkat çekici özelliği elbette güçlü oyuncu kadrosu. Filmin kadrosunda, son yılların yükselen yıldızlarından Jessica Biel, Oskar ödüllü Forest Whitaker ve tecrübeli oyuncular Ray Liotta ve Patrick Swayze yer alıyor. Friends dizisinden hatırlayabileceğiniz Lisa Kudrow da ufak bir rolle filmde yer alıyor.

Filmde ağırlıklı olarak Forest Whitaker'ın canlandırdığı intihara meyilli eski rahip Charlie karakterinin ve Jessica Biel'ın canlandırdığı striptizci Rose-Johnny'nin hikayesi anlatılıyor. Diğer hikayeler bu iki hikayenin alt hikayeleri ya da yan hikayeleri olarak nitelendirilebilir. Bunda bu iki oyuncunun dominant oyunculuklarının da büyük katkısı var elbette.

Charlie karısını bir trafik kazasında kaybetmiş ve yaşama arzusunu kaybetmiştir. İntihar etmek istemekte ama dini inançları buna engel olmaktadır. O da bunu kendini öldürecek birini bularak çözme niyetindedir. Charlie'nin hikayesindeki en etkileyici sahne kendi tabutunu seçme sahnesiydi.


Charlie - Hayır, hayır, tabutu beğendim. Sadece bir meftaya ihtiyacı var.
Qwerty -
Biz tüm hizmetleri veren bir cenaze eviyiz, efendim. Merhum mumyalandı mı acaba?
Charlie -
Hayır, henüz ölmedi.


Rose-Johnny ise çocuğu komada olan dul bir annedir ve hayatını striptiz yaparak kazanma uğraşındadır. Rose'un striptiz yaptığını gördüğümüz ilk sahne -ki babası da onu ilk orada görüyor- mükemmeldi, özellikle Urban Species'in "Blanket" şarkısı sahneye mükemmel uyuyor ve şarkıyı indirip dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Jessica Biel'ın striptiz performansına da değinmemiz gerekiyor, konsept olarak striptiz olayına karşıyım ama Jessica Biel bunu resmen sanata dönüştürmüş.
Ama hikayesindeki en etkileyici sahne ise kulüpteki cam kafeste babasıyla konuştuğu ve itiraf etmese de Jack Doheny'nin babası olduğunu öğrendiği sahneydi. Jack Doheny'nin hapishane günlerine yapılan gönderme çok harika olmuş bence.


Ama yönetmenin Rose'u gereksiz yere iffetli gösterme çabası sırıtmış bence. Yani bunu sürekli gözümüze sokması gerekmiyordu, bunu ilk söylediğinde anlamıştık.

Jessica Biel ile ilgili son olarak söylemek istediğim şey, umarım bundan sonraki film seçimleri de bu film ve The Illusionist gibi filmler olur. Çünkü kendisi ziyan olmaması gereken bir yetenek.

Son olarak mükemmel bir film olmasa da izlerken güzel vakit geçireceğinize emin olduğum bu güzel filmi izlemenizi tavsiye ederim

Filmin altyazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Sacit /11 Mayıs 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder