Monday Mornings, TNT'nin yeni hastane dizisi. Bir Beyin Cerrahı olan Sanjay Gupta'ın aynı isimli kitabından uyarlanmış. Kitabı okumadığım için uyarlamanın özgünlüğü hakkında yorum yapmam yanlış, söyleyeceklerim de yalan olur. Sizinle izlediğim ilk 2 bölümden edindiğim izlenimlerimi paylaşacağım kısaca. Öncelikle House MD'nin bitmesinden sonra bu alanda bir dizi boşluğu oluştu. FOX bunu "The Mob Doctor" ile kapatmaya çalıştı ama şahsi kanaatim başarısız oldu.
Sonra bir arkadaşımın çeviri isteği sayesinde Monday Mornings ile tanıştım. House MD kadar başarılı bir yapım olduğunu söyleyemem ama boşluğunu doldurma konusunda en başarılı yapım olduğunu söylebilirim. Konu Chelsea General Hastanesinin Cerrahi bölümüne odaklanmış durumda. Oyuncu kadrosunda Ving Rhames, Alfred Molina, Battlestar Galactica'nın Lee Adama'sı Jamie Bamber, Jennifer Finnigan gibi isimler var. İsimden de anlaşılacağı üzere pazartesi günleri yapılan M&M toplantıları çevresinde dönüyor bölümler. M&M'in ne olduğuna gelirsek; açılımı şu şekilde Morbidite ve Mortalite toplantıları. Kısaca cerrahların tedavileri sonucu ölen veya sakat kalanlarla ilgili cerrahların kendi aralarında yaptıkları bir nevi mahkeme. Herkes eteğindeki taşları döküyor. Hatalar ve nedenleri tartışılıyor. Kısaca konu böyle. Amerikadaki giriş reytingleri kötü olsa da toparlamasını ve ilk bölümlerdeki tadıyla devam etmesini umduğum bir dizi Monday Mornings. Devam ettiği sürece de mjöllnir ile beraber çevirileriyle sizlerle birlikte olacağız.
"Karalama Defteri"
16 Şubat 2013 Cumartesi
27 Mayıs 2009 Çarşamba
Speed Scandal (2008) aka Anında Skandal

Bu filmi izlemeyi düşünüyorsanız size öncelikle şunu söyleyeyim, sizi çok sıcak ve güzel bir aile filmi bekliyor. Ama aşırı bir uzakdoğu fanatiği iseniz ufak bir hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz, çünkü filmin ilk sahnesinden itibaren filmde bir Hollywood havası var. Özellikle görüntü yönetiminde bu daha fazla ön planda. Konu da tam Hollywood filmi konusu, izleyince muhtemelen siz de benimle hemfikir olacaksınızdır. Zaten Hollywood'dakiler de öyle düşünmüş olacak ki yeniden çekimini yapacaklar. Ama tek bir nedenden ötürü sıcaklık ve güzellik olarak buna yaklaşamayacağını düşünüyorum, ki o da filmde Hollywood havası olmayan tek unsur, oyunculuklar. Hiçbir Amerikan çocuğunun afişteki afacanın yüz ifadelerine sahip olabileceğine inanmıyorum.


Filmde baba-kız ve dede-torun arasındaki diyaloglar yer yer gerçekten komik oluyor. Film boyunca sizi gülmekten yere yatıracaklar sahneler yok ama gülümsemenizi sağlayacak sahne sayısı bol.Hem hiçbir şey olmasa bile alttaki çocuğun duruşu bile sizi güldürebilir.

11 Mayıs 2009 Pazartesi
Powder Blue (2009)

Filmin en dikkat çekici özelliği elbette güçlü oyuncu kadrosu. Filmin kadrosunda, son yılların yükselen yıldızlarından Jessica Biel, Oskar ödüllü Forest Whitaker ve tecrübeli oyuncular Ray Liotta ve Patrick Swayze yer alıyor. Friends dizisinden hatırlayabileceğiniz Lisa Kudrow da ufak bir rolle filmde yer alıyor.
Filmde ağırlıklı olarak Forest Whitaker'ın canlandırdığı intihara meyilli eski rahip Charlie karakterinin ve Jessica Biel'ın canlandırdığı striptizci Rose-Johnny'nin hikayesi anlatılıyor. Diğer hikayeler bu iki hikayenin alt hikayeleri ya da yan hikayeleri olarak nitelendirilebilir. Bunda bu iki oyuncunun dominant oyunculuklarının da büyük katkısı var elbette.
Charlie karısını bir trafik kazasında kaybetmiş ve yaşama arzusunu kaybetmiştir. İntihar etmek istemekte ama dini inançları buna engel olmaktadır. O da bunu kendini öldürecek birini bularak çözme niyetindedir. Charlie'nin hikayesindeki en etkileyici sahne kendi tabutunu seçme sahnesiydi.

Charlie - Hayır, hayır, tabutu beğendim. Sadece bir meftaya ihtiyacı var.
Qwerty - Biz tüm hizmetleri veren bir cenaze eviyiz, efendim. Merhum mumyalandı mı acaba?
Charlie - Hayır, henüz ölmedi.
Qwerty - Biz tüm hizmetleri veren bir cenaze eviyiz, efendim. Merhum mumyalandı mı acaba?
Charlie - Hayır, henüz ölmedi.

Ama hikayesindeki en etkileyici sahne ise kulüpteki cam kafeste babasıyla konuştuğu ve itiraf etmese de Jack Doheny'nin babası olduğunu öğrendiği sahneydi. Jack Doheny'nin hapishane günlerine yapılan gönderme çok harika olmuş bence.
Ama yönetmenin Rose'u gereksiz yere iffetli gösterme çabası sırıtmış bence. Yani bunu sürekli gözümüze sokması gerekmiyordu, bunu ilk söylediğinde anlamıştık.
Jessica Biel ile ilgili son olarak söylemek istediğim şey, umarım bundan sonraki film seçimleri de bu film ve The Illusionist gibi filmler olur. Çünkü kendisi ziyan olmaması gereken bir yetenek.
Son olarak mükemmel bir film olmasa da izlerken güzel vakit geçireceğinize emin olduğum bu güzel filmi izlemenizi tavsiye ederim
Filmin altyazısına buradan ulaşabilirsiniz.
Sacit /11 Mayıs 2009
7 Mayıs 2009 Perşembe
My Dear Enemy aka Sevgili Düşmanım

-Bir miktar spoiler içerir.-
Film görsel anlatım olarak biraz zayıf kalıyor. Mekan olarak Hyundai marka bir araba ve Kore'nin hangisi olduğunu bilmediğim şehir manzaralarının kullanılmasının ve gri tonların filmde ağırlıkta olmasının bunda etkili olduğu söylenebilir, oysa daha önce izlediğimiz birçok güzel Kore filminden de biliyoruz ki Kore'de daha güzel mekanlar var. Düşününce filmde öyle akılda kalan bir müzik de kullanılmamış. Kısaca söylersek film sadece senaryo ve oyunculuklar üzerine kurulmuş.

İşte filmimizin geçtiği ana mekanlardan biri olan araba bu.


Filmimiz, kadının (Do-yeon Jeon) eski sevgilisinden (Jung-woo Ha) Borcunu almaya gelmesiyle başlar. Oysa esasoğlanın beş kuruşu yoktur ve kızımız parayı hemen istemektedir. Bunun üzerine arabaya atlarlar ve çocuğun kıza olan borcunu toplamak üzere yola çıkarlar.
Yolculuğun detaylarına ve çocuğun, kıza olan borcunu ödemek için borç aldığı ilginç kişilere de girmek isterdim ama bunu yaparsam sanırım biraz spoiler vermekten fazlasını yapmış olurum.
Oldum olası yol filmlerini sevmişimdir, farklı bir çekicilikleri var sanırım. Bu filmde gidilen fiziki bir mekan yok ama yolculuk boyunca karakterler geçmişlerine, geçmişteki aşklarına uğruyorlar arada bir. Gerçi, aşklarının geçmişine yaptıkları bu kısa ziyaretler bize zamanında neden birbirlerini sevdikleri ya da hadi sevdiniz birbirinizi, "Peki niçin ayrıldınız?" sorularına cevap olmuyor, sadece acı bir aşk öyküsüne -en azından erkeğin gözüyle bakarsak- sahip olduklarını öğreniyoruz. Konunun bu kısmına da fazla girip, izlemeyi düşünüyorsanız seyir zevkinizi bozmayayım.
Yolculuğun -tam olarak bir yolculuk değil zira gidilen belli bir yer yok- bir başka etkisi de eski sevgililerin birbirlerinin bilmedikleri yönlerini öğrenmeleri oluyor. Onlar birbirlerini tanırken ben de keşke tekrar bir araya gelseler diye bir duygu oluştu. Evet bakınca birbirine uyumlu bir çift değiller ama nedense birbirlerini tamamlıyorlar diye düşünüyorum. Erkek biraz çocuksu, hayatı çok da ciddiye almayan biri, kadınsa olgun ve hayatı gereğinden fazla ciddiye alan biri, yani gerçekten birbirlerini tamamlıyorlar.
Benim mutlu bir son arzu etmemden kaynaklı olarak filmin sonu istediğim gibi olmamış. Bazen filmi izledikten sonra sonu şöyle olsaydı daha iyi olurdu diye düşündüğüm filmler olur ama bu film için bir son fikrim de yok ama böyle boşlukta bitmese iyi olurdu diye düşünüyorum sadece.
Biraz da oyunculuklara değinmek istiyorum. Başroldeki iki oyuncunun da daha önce başka filmlerini seyretmedim o yüzden sadece bu filmdeki performanslarına göre bir değerlendirme yapmış olacağım. İkisi de çok iyi bir performans sergiliyorlar film boyunca. Özellikle yönetmenin tercih ettiği anlatım tercihi yüzünden bence oyunculuklar çok önemliydi ve filmin hakkını veren bir oyunculuk sergileniyor filmde.
Son olarak uzakdoğu sinemasının güzel örneklerinden biri olan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.
Not: Altyazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Yolculuğun detaylarına ve çocuğun, kıza olan borcunu ödemek için borç aldığı ilginç kişilere de girmek isterdim ama bunu yaparsam sanırım biraz spoiler vermekten fazlasını yapmış olurum.
Oldum olası yol filmlerini sevmişimdir, farklı bir çekicilikleri var sanırım. Bu filmde gidilen fiziki bir mekan yok ama yolculuk boyunca karakterler geçmişlerine, geçmişteki aşklarına uğruyorlar arada bir. Gerçi, aşklarının geçmişine yaptıkları bu kısa ziyaretler bize zamanında neden birbirlerini sevdikleri ya da hadi sevdiniz birbirinizi, "Peki niçin ayrıldınız?" sorularına cevap olmuyor, sadece acı bir aşk öyküsüne -en azından erkeğin gözüyle bakarsak- sahip olduklarını öğreniyoruz. Konunun bu kısmına da fazla girip, izlemeyi düşünüyorsanız seyir zevkinizi bozmayayım.
Yolculuğun -tam olarak bir yolculuk değil zira gidilen belli bir yer yok- bir başka etkisi de eski sevgililerin birbirlerinin bilmedikleri yönlerini öğrenmeleri oluyor. Onlar birbirlerini tanırken ben de keşke tekrar bir araya gelseler diye bir duygu oluştu. Evet bakınca birbirine uyumlu bir çift değiller ama nedense birbirlerini tamamlıyorlar diye düşünüyorum. Erkek biraz çocuksu, hayatı çok da ciddiye almayan biri, kadınsa olgun ve hayatı gereğinden fazla ciddiye alan biri, yani gerçekten birbirlerini tamamlıyorlar.
Benim mutlu bir son arzu etmemden kaynaklı olarak filmin sonu istediğim gibi olmamış. Bazen filmi izledikten sonra sonu şöyle olsaydı daha iyi olurdu diye düşündüğüm filmler olur ama bu film için bir son fikrim de yok ama böyle boşlukta bitmese iyi olurdu diye düşünüyorum sadece.
Biraz da oyunculuklara değinmek istiyorum. Başroldeki iki oyuncunun da daha önce başka filmlerini seyretmedim o yüzden sadece bu filmdeki performanslarına göre bir değerlendirme yapmış olacağım. İkisi de çok iyi bir performans sergiliyorlar film boyunca. Özellikle yönetmenin tercih ettiği anlatım tercihi yüzünden bence oyunculuklar çok önemliydi ve filmin hakkını veren bir oyunculuk sergileniyor filmde.
Son olarak uzakdoğu sinemasının güzel örneklerinden biri olan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.
Not: Altyazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Sacit /7 Mayıs 2009
Etiketler:
Kore filmleri,
My Dear Enemy,
Sevgili Düşmanım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)